Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası’ndaki topraklarından yüz yıl önce çekilmiş ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak, geride bırakılan topraklarda yüz yıldır insanlar acı çekmekte, savaşlar ve terör olaylarıyla bu bölgeler sömürülmek istenmektedir. Oysa Türklerin adalet ve barış anlayışı, en önemlisi de birlikte yaşadıkları halklara sundukları özgürlükçü yönetim biçimi, tarih boyunca kendini kanıtlamıştır. Bu, Türklerin kadim yönetim anlayışıdır. Beş bin yıllık tarihi boyunca savaş ve barış deneyimlemiş bu millete kimse barışın ne olduğunu öğretmeye kalkmamalıdır. Mertçe savaşmadan barış olmaz; terörden barış çıkmaz.
Türkler, Asya’nın köklü ve asil halklarından biri olarak tarih boyunca derin ahlaki değerlere ve etik kurallara sahip olmuşlardır. İslam’ı benimsedikten sonra da kendi gelenekleriyle harmanladıkları bir adalet ve dürüstlük anlayışını benimsemişlerdir. Savaş meydanlarında üstünlük sağlamış olsalar da, bu gücü her zaman onur ve adalet çerçevesinde kullanmış, sömürgecilik ya da soykırım gibi insanlık dışı eylemlerden uzak durmuşlardır. Türklerin tarihi, yalnızca kendi halklarına değil, yönetimleri altındaki topluluklara da güvenli bir yaşam sunma ilkesiyle şekillenmiştir.
Bu anlayışın en büyük kanıtlarından biri Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimidir. Osmanlılar, dört yüzyıl boyunca Balkanlar, Yunanistan ve daha birçok farklı coğrafyada egemenlik sürdürmelerine rağmen, bu bölgelerde yaşayan halkların dillerini, kültürlerini ve inançlarını korumalarına imkân tanımışlardır. Oysa benzer süreler boyunca Avrupa imparatorluklarının hâkimiyetinde kalan halklar genellikle kültürel asimilasyona uğramış, direnç gösterenler ise ağır sonuçlarla karşılaşmıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Amerika kıtasındaki yerli halkların büyük oranda yok edilmesiyle görülmektedir.
Türklerin adalet ve hoşgörü anlayışı, tarih boyunca zulme uğrayan halklara kucak açmalarıyla da kendini göstermiştir. 1492 yılında İspanya’dan sürgün edilen Yahudiler, Osmanlı topraklarına sığınmış ve burada güven içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Benzer şekilde, 20. yüzyılda Nazi zulmünden kaçan birçok Yahudi de Türkiye’de kendilerine bir yuva bulmuştur. Bu örnekler, Türk yönetiminin farklı etnik ve dini gruplara karşı hoşgörülü tutumunun tarihsel bir gerçek olduğunu ortaya koymaktadır.
Osmanlı yönetimi altındaki bölgeler yüzyıllar boyunca barış ve istikrar içinde yaşamıştır. Ancak Osmanlı’nın çekilmesinin ardından, Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgeler uzun süreli çatışmalar, iç savaşlar ve bölgesel krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu durum, Osmanlı’nın yönetim tarzının çok kültürlü yapıyı koruma ve farklı toplulukları bir arada yaşatma konusundaki başarısını gözler önüne sermektedir.
Tarihi olayları değerlendirirken, günümüz bakış açısıyla yargılamak yerine, olayların yaşandığı dönemin koşullarını göz önünde bulundurmak gereklidir. Tarih, manipülatif anlatılardan uzak bir şekilde incelendiğinde, Türklerin yönetim anlayışının adalet, eşitlik ve saygı temellerine dayandığı açıkça görülecektir.
Günümüzde küresel yönetim anlayışının askeri güç ve ekonomik baskılar yoluyla şekillendiği bir dünyada, Türklerin geçmişte benimsediği adalet ve hoşgörü ilkelerinin değerini anlamak önemlidir. Belki de bugünün dünyası, barış ve istikrarın sağlanmasında, Türklerin tarih boyunca sergilediği yönetim anlayışından ilham alabilir.
Gerçekler bazen rahatsız edici olabilir, ancak inkâr edilemez. Tarihsel olaylara objektif bir bakış açısıyla yaklaşmanın zamanı şimdi.
yasinkoc1@ogr.iu.edu.tr
X @kocyasin
Gazeteci - Siyaset Bilimci
Yasin KOÇ